Üzerinde en çok araştırma yapılan, en çok yazı yazılan ama hakkında en az şey bildiğimiz organımız beynimiz. Tam anlamıyla bir gizem. Bize, pek de karmaşık yapısı varmış gibi gözükmese de bilim adamları böyle düşünmüyor. Onlar beyini çok gelişmiş bir bilgisayara benzetiy­orlar. O, en karmaşık ve en gelişmiş olarak bilinen bilgisayarlardan bile ileri. Koku alan, tadan, dokunan dahası yaşayan, her şeyi ile dünyayı algılayan bir bilgisayar. Tüm bilgisayarlar gibi bazen o da hata yapabiliyor. Normalde bir bilgisayar hata yaptığında çoğu zaman kapatıp açar ve işinize kaldığınız yerden devam edersiniz. Eğer problem daha ciddiyse teknik serviste ya donanımı ya da yazılımı yenilenir. Peki hata yapan beynimiz olursa?

ABD’nin saygın üniversitelerinden Princeton’a gelecek vaad eden matematik dehası olarak girmişti. Okuldaki ilk zamanlarını, üstünlüğünü ortaya koyacağı özgün bir matematiksel teorem geliştirmek için harcadı. Ancak bu konuda somut bir başarı gösteremedi ve hocası tarafından uyarıldı. Başarısız olmayı hazmedemiyordu. Oda arkadaşı Charles Herman yaptığı esprilerle onu neşelendirdi ve ona yeniden çalışma azmi aşıladı. Herman’ın büyük desteği ile bu sıkıntılı dönemi aştı. Bu sayede Adam Smith’in ekonomi kuramıyla ilgili özgün bir matematiksel kuram geliştirebildi. 1953’te Pentagon’a Sovyetler Birliği’nin kullandığı bazı matematiksel şifreleri çözmek üzere özel bir çağrı aldı. Burada gösterdiği başarı üzerine gizli servis onunla ajan William Parcher aracılığıyla temasa geçti. Parcher devlet için gizli şifreler işi ile devamlı olarak uğraşmasını sağladı. Hatta bir gün kendini Parcher’ın Sovyet ajanlarıyla giriştiği çatışmanın ortasında bulmuş ve çok korkmuştu. Gizli servisin koruma altında tuttuğu çalışma odasında tüm gününü şifre çözmek için geçiriyordu.

Prof. John Nash
Prof. John Nash

Bu arada üniversitesindeki bir öğrencisiyle evlenmişti. Evlendikten sonra karısı şaşırtıcı bir gerçek ile karşılaştı. Kocasının okulda beraber kaldığı bir oda arkadaşı gerçekte hiç var olmamıştı. O tüm okul yaşamı boyunca tek kişilik bir odada kalmıştı. Gizli serviste William Parcher isimli bir ajan da, çözülmesi gereken Sovyet mesajları ve şifreleri de yoktu. 1994 Nobel ödülünü aldığında, gerçekte hiçbir zaman var olmayan oda arkadaşı ve gizli ajanlar hala ona görünüyor ve onunla konuşmaya çalışıyorlardı. O, dünyanın en büyük matematik dehalarından biri kabul edilen John Nash’ti ve bir şizofreni hastasıydı.

Her şizofreni hastasında olduğu gibi zihni ona çeşitli oyunlar oynuyordu. Şizofreni hastaları çevrelerinde gerçekte var olmayan koku ve ses gibi uyaranları algılar ve bunlara gerçekmiş gibi tepki verirler. Uyaranlar görüntüsel de olabilir: Duvarda çizgiler, kendine bakan yüzler, yaratıklar gibi… Kişi gerçekte var olmayan kokuları algılayabilir ya da vücudunda bir şeyler gezindiğini hissedebilir. Kişi, John Nash’in gizli şifreleri çözmeye çalışması gibi sabit bir fikre bağlanabilir.

Artık tıbbi görüntüleme cihazları sayesinde bir şizofrenin beyninin sağlıklı bir insanın beyninden farklı olduğunu biliyoruz. Herkesin beyninin içinde yan karıncıklar adı verilen küçük boşluklar mevcut. Bu boşlukların içi beyin ve omurilik sıvısı ile dolu. Çevresine kolay tepki vermeyen suskun şizofrenlerde beynin içindeki bu boşluk normalden çok daha geniş. Bu hastalarda büyük boşluğun yanında zamanla beyin küçülür ve durumları daha da ağırlaşır. Bir şizofrende göze çarpan başka bir farklılıkta alın ve şakak loplarda metabolizma faaliyetlerinin azalması ve buradaki bazı bölümlerin küçülmesi. Diğer bir farklılık ise beynin talamus adı verilen çekirdek kısmının iyice küçülmesi ve buradaki sinir hücrelerinin sayısındaki azalmadır.

Bugün bilim adamları bu farklılıkları bilmesine karşın, farklılaşmaların nedeni konusunda kesin bilgilere sahip değil. Şizofreni hastalığı bizlere beynimizin ne derece mucizevi bir organ olduğunu gösteriyor. John Nash de birçok insan gibi önceleri sağlıklı ve normal bir kişiydi. Ama bir gün, tamamen farklı bir kişiliğe büründü, bizim için çok olağan olan ses, tat, görüntü, gibi “uyaranları algılamak” konusunda yetersiz kaldı.

İnsanoğlu bilinçli olması özelliğiyle tüm varlıklar içinde tartışmasız en üstünüdür. Ancak tüm bu üstünlüğün yanında hepimiz korunmaya muhtacız. Bilimin açıklayamadığı nedenlerden dolayı bir anda akıl sağlığımızı yitirebiliriz: Vehimlere ve hezeyanlara kapılıp, halüsinasyonlar görebiliriz.

1986 yılının Ocak ayının on üçü. C. P. her zaman olduğu gibi küçük kızını okula bırakmak
üzere yola çıkmıştı. Aniden önlerine çıkan bir araba ile çarpıştılar. Küçük kız kazadan yara almadan kurtuldu ama babasının emniyet kemeri kopmuş, başını önce ön cama sonra da yan cama çarpmıştı. Kazadan sonra kendine geldiğinde kızı daha önce hiç tanımadığı bir çocuktu.  Kazadan önceki tüm hafızası yok olup gitmişti, zihninde geçmişe dair en ufak bir iz yoktu. Konuşmayı yeniden öğrenmesi gerekiyordu. Buna karşın “motor yetileri” kaybetmemişti; nasıl yürüyeceğini, çatalı kaşığı nasıl kullanacağını biliyordu. Çünkü bunlar beynin arkasında kalan ve beyincik olarak adlandırılan bölümden kontrol ediliyordu. Doktorlar onun beynini tıbbi görüntüleme cihazları ile taramış ancak ne bir hasara ne de sağlıklı bir insanınkinden farklı bir duruma rastlamışlardı.

Barry Tiller (bu hastanın gerçek ismi değildir) yaklaşık on yıl boyunca kendisini bitkin düşüren nöbetler geçiriyordu. Bunun nedeni beyninde şakak lopları çevresinde meydana gelen düzensiz sinirsel etkinliklerdi.

Tiller iyileşmek umuduyla doktorların ilk defa deneyeceği bir ameliyata razı oldu. Ameliyatta şakak lobunun orta kısımları ve beyindeki iki beyaz çıkıntının ön kısmının üçte ikilik kısmı alındı. Tiller’in geçirdiği nöbetler sona ermişti. Ama artık o hatıralarını bir saatten daha fazla saklayamıyordu. Ameliyattan önceki hatıraları taptaze idi yerinde duruyorlardı. Ama her gün yaşadığı deneyimler onun için tamamen yeniydi. Onu birkaç defa ziyaret eden doktorlar her seferinde yeni tanıştığı insanlardı. Bitirene kadar hikâyesini ve kahramanlarını aklında tutamayacağı için kitap okuması da imkansızdı. Akşam yemeğinin üzerinden bir saat geçtikten sonra yemek yediğine dair hiçbir şey hatırlamıyordu. Onun için zamanın akışı ameliyat olduğu saatte durmuştu.

Bu noktada karşımıza şu gerçek çıkıyor: Sebepler dairesinde yaşamımızla ilgili tüm etkinlikler beyinden idare ediliyor gibi görünebilir. Ancak yaşamımız boyunca edindiğimiz tüm bilgileri ve tecrübelerin hepsini saklayıp muhafaza eden Yüce Allah’tır.

Henüz hiçbir şey değilken bizleri yaratan, kusursuz bir biçim veren ve beynimizi de yaratan Allah’tır. Şüphesiz  O yaşamımızın her anı ve her aşaması hakkında bilgi sahibidir. Çünkü hafıza ve algılama gibi karmaşık bir sistemin tek bir anının dahi kontrolsüz oluşması mümkün değildir.

İşte bu gerçek bize kainattaki sistemi düzenleyen, var eden Allah’ın sonsuz ilmini göstermektedir. O, her şeyi yoktan var etmiş ve kusursuz bir düzen kurmuştur. Ve halen de bu düzeni gözetlemekte ve korumaktadır.

Sağlıklı her insan ister bir saat önce gittiği bir yer olsun, isterse yıllar önce tanıştığı bir insan olsun eskiye dair birçok şeyi hatırlayabilir. Bu Allah’ın beynimizi, yaşadığımız bütün deneyimleri şimdiyle bağlayan kesintisiz bir bilinç akışı sağlayacak biçimde yaratması nedeniyledir. Allah, bizlere sahip olduğumuzu sandığımız güç, kudret ve zekanın, aslında Kendi eseri olduğunu çeşitli vesilelerle gösterir. Ruh ve sinir hastalıkları da bu vesilelerden biridir. Bunu fark eden insan, kendi acizliği karşısında Yaratıcımız olan Allah’ın üstünlüğünü ve yüceliğini kavramalı ve yaşamını O’nu razı edecek davranışlarla geçirmelidir.

 

Kaynaklar:

-Tanrı’nın Saklı Yüzü, Gerçekle Buluşan Bilim, Gerald L. Schroeder, Gelenek Yayıncılık, İstanbul 2003.
-Science et Avenir, Eylül 1992.
-Review of General Psychiatry, H. H. Godman, 1988.
Beautiful Mind” (Akıl Oyunları); John Nash’in hayatının konu edildiği film.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here