İnsan Gözü Kötü Tasarım mı?

GözOmurgalıların gözü, fonksiyonu dikkate alındığında oldukca olağan üstü bir organdır. Işık korneadan sonra mercekten geçerek retina üzerinde odaklanır. Retina ise ışığı teşhis eden algılayıcılara sahiptir. Işık odaklanınca, retinadan sinir cisimcikleri aracılığı ile sinyal gönderilir ve bu sinyal optik sinirler aracılığı ile işlev görmesi için beyine gönderilir. Burada beyin olağanüstü bazı süreçlerle imajı ters çevirir ve görünenleri yorumlar (Bu burada anlatılamayacak kadar uzun başka bir konudur).

Omurgasızların gözü ise çok daha farklı bir tasarımdır. Özellikle retinası açısından. Omurgasızların retinası fotoreseptörlerden oluşur ve gelen ışığa yöneliktir. Ardında sinirlerden oluşan bir katman vardır. Bu katmanın ardında da kılcal damarlar aracılığı ile besinleri ve oksijeni sağlayan katmanlar mevcuttur. Ancak omurgalıların gözü ise buna göre “ters”tir. Çünkü sinirlerden oluşan katmanlar dış tarafta ışığa yönelikken, fotoreseptör hücreler gelen ışığa göre ters tarafa (içeriye) dönüktür. Evrimciler bu düzenlemenin yetersiz evrimle, tasarımda bir “hata” olduğunu ve birbirini takip eden mutasyonlarla gözün çalışabilir hale geldiğini iddia etmektedirler. Evrim teorisinin önde gelen savunucularından bu konuda Richard Dawkins şöyle demektedir:

“Hangi mühendis olursa olsun fotohücrelerin ışığa dönük ve onu besleyen kablolarında arkasında beyine doğru olması gerektiğini varsayacaktır. Fotosellerin içeri doğru olması ve kablolarında ışığa yakın olan tarafta olması fikrine gülecektir. Ancak bu tüm omurgalıların retinasında olan olaydır. Her fotohücre arkaya dönüktür ve kablolarıda ışığa yakın olan taraftadır. Kablo retinanın yüzeyinde seyahat ettikten sonra retina üzerindeki bir delikten (kör nokta olarak bilinir) girerek optik sinirlere bağlanır. Bu ışığın foto hücrelere sınırsız bir şekilde ulaşması yerine, kablolardan oluşan bir ormandan geçmesi ve biraz bozulmaya uğraması anlamına gelir (Bu prensip dar kafalı bir mühendisi bile rahatsız edecektir). Bu ilginç olaylar dizisinin tam açıklamasını bende tam olarak bilmiyorum. İlgili evrim çok uzun zaman önce gerçekleşmiştir.[1]

gözün yapısıDawkins, omurgalıların retinasının neden bu şekilde tasarlandığını bilmemektedir çünkü gözün nasıl çalıştığını pek anlamamıştır. Gerçekten de, retina neredeyse optiumum şekilde ışık toplayacak şekilde tasarlanmıştır ki en az 50-60 yıl fonksiyonel kalacak şekildedir.

Eğer Dawkins’in dar kafalı mühendisine göre tasarlanmış olsaydı hiç çalışmayacaktı.

Öncellikle biraz ışığın fiziğiyle ilgili kısa bilgi edinmek gereklidir. Güneşten yayılan ışıkların elektromanyetik spektrumu farklı dalga boylarından oluşmaktadır ancak az bir kısmı göz tarafından görülür. (370-730 nanometre arası). Görünene yakın dalga boylarını (ultraviyole) içerir. Her bir dalga boyunun içerdiği enerji miktarı ise, dalga boyuyla ters orantılıdır. Bu nedenle daha kısa dalga boylarının (örneğin,ultraviyole ışık) elektromanyetik enerjisi daha fazladır.

Göz, yüksek enerji içeren dalga boylarını ayırt edemez ama yine de tüm sistem bütün spektruma maruz kaldığı için etkilenir. Vücudun geri kalan kısmı ise, bu enerjiden derideki melanın isimli pigment sayesinde korunur. Ancak yinede bu ışığa bir ömür boyu maruz kalmak DNA yapısının bozulmasına ve kansere neden olacaktır. Göz özel bir hücre katmanına sahiptir. Retinal Pigmetit Epithelium (RPE) toksit moleküllerle ve ışığın etkisiyle ortaya çıkan serbest radikallerle başa çıkan karmaşık bir yapıya sahiptir.

Süperoksit dismutozlar gibi özel enzimler ise katolizör görevi yaparlar, peroksidazlar da potansiyel olarak zararlı olan süperoksit ve hidrojen peroksit gibi molekülleri elimine eder. A-tokoferol (E vitamini) ve askorbit asit (C vitamin) oksidatif zararı azaltmak için mevcuttur.

Işık tarafından ortaya çıkan sürekli zarar yüzünden fotoreseptör hücreler sürekli olarak RPE tarafından yenilenirler.[2]

Eğer derin bölge olmasaydı, fotoreseptörler ölümcül zararlar görür ve gözün fonksiyonu bozulurdu. Ek olarak, RPE görüş netliğini arttırmak için yayılan ışığı toplayan melanin pigmentini de içerir. RPE çok geniş bir kılcal damar yatağından oluşan ve yoğun kan akışına sahip koroid adlı bir katmanla temas halindedir. Koroid’de ki kan akışı neden bu kadar çoktur? RPE ve fotoreseptör hücreler sürekli yenilenir bunun için çok fazla oksijen ve besin değişimi gerektirmektedir. Ek olarak, göze odaklanan ışıktan dolayı ortaya çıkan yüksek ısıyı yok etmek için de çok fazla kan akışı gerekmektedir.[3]


Öyleyse Dawkins’in dar kafalı mühendisinin fikri neden bu kadar kötüdür? Dawkins’e göre sınır katmanı reseptörlerle, koroid arasında olmalıdır. Peki o zaman, RPE (fotoreseptörlerin rejenere olması için gereken) nereye gidecektir? Sinir katmanı ve koroid arasında olsa, sürekli rejenere edeceği fotoreseptörlerden uzak olacaktır. Ek olarak bu tasarım, fotoreseptörler ve onların kan kaynakları arasına bir katman daha ekleyecek, oksijen ve besin değişimini azaltacak ve koroidin reseptörlerden ısıyı almasını minimuma indirecektir. Dawkins’in “iyi” tasarım fikri fotoreseptörlerin rejenere olmasını engelleyecek ve ısının zarar vermesine neden olacaktı. Böyle bir tasarım,kullanıma geçişinin ilk yılında iflas edecekti.

[1] Dawkins, R.1986. The Blincl Watcchmaker: Why the evidence of evolution reveals a universe without design. WW Norton Company, New York s.93

[2] Kennon Guerry, R., Ham, W.T., Mueller, H.A. 1998. Light toxicity in the posterior segment. In Tasman W., Jaeger EA. (eds.), Clinical Ophthalmology, Lippincott-Raven, New York, vol. 3, ch. 37.

[3] Parver, L.M., Auker, C., Carpenter, D.O. 1980. Choroidal blood flow as a heat dissipating mechanism in the macula. Am. J. Ophthalmol. 89:641–646.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here